BECOMING A HELICOPTER PILOT IN THE SOUTHEASTERN MOUNTAINS
Bugün için çok uzaklarda kalmış olsa da, hayatımızın belli bir dönemine
damgasını vuran yaşanmışlıklar acı, tatlı anlarıyla, bizi bir gölge gibi takip
eder, sualtı batıkları gibi zaman zaman su üstüne çıkarlar. Bazen söze, bazen
de aşağıdaki gibi yazıya düşerler. İşte size uzak hatıralardan bir yaşam
kesiti:
ZOR GÜNLERE DOĞRU
Kara Harp Okulunu bitirip 1981 yılı Eylül ayında Tuzla Piyade Okulu’na bir yıllık sınıf eğitimine başladığımızda kurs tabur komutanımız Muammer ÜNAL Binbaşı bize bir hitabında “ Askerlik hayatınızda mutlaka bir savaş görecek sizin devreler” demişti. 1982 yılında o günkü teğmenlik hülyaları içinde bir anlam verememiştim bu sözlere. Ufukta hiçte öyle bir savaş gözükmüyordu. Çok değil 2-3 yıl sonra, günümüze kadar devam edecek olan terör belasına bulaşmıştı ülkemiz. 1985 yılı mart ayında UH-1 helikopteri ile kendimizi memleketin güneydoğusunda bulduk. O zamanlar kobra helikopteri yok, skorsky yok, Gece görüş gözlüğü, Termal kamera yok, insansız hava aracı yok. sadece emektar tek motorlu UH-1 helikopteri mevcut.
ISSIZ ŞEHİRLER, YAMAN DAĞLAR, DERİN VADİLER
Bir çanta spor malzemesi, bir çanta dolusu kitap, bir çanta çamaşır kafilesiyle çoğu zaman helikopterle, bazen kargo uçağı ile, bazen de tüm riskleri göze alıp otobüsle görev yerlerine intikal ederdik. Görev yerlerimiz; Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun tüm şehirleri. Özellikle de Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Van, Mardin, Hakkari, Şemdinli, Bingöl, Tunceli
Dağlarımız; Cudi, Namaz, Gabar, Herekol, Cıraf, Tanin Tanin, İkiyaka,
Sümbül dağları, Munzur, Tendürek ve Ağrı Dağı,
Vadilerimiz; Dereler, Habur, Hezil, Zap Vadisi ve daha niceleri.
EKSİ 20 DERECE
Bu dağ isimleri, vadi isimleri sıradan bir isimden ibarettir bilmeyenler için. Normal zamanlarda çok güzel doğa fotoğrafları çekilebilir, ressamlar çok güzel resimler yapabilir.
Ama bu dağlar, saatlerce pusuda bekleyenler için, eksi 20 derecelerde nöbet
tutan askerlerimiz için ve bizim gibi, tüm mezralarına kadar ezbere bilenler
için ise, ayak parmaklarından beynine kadar tüm hücrelerine kazınmıştır, bir
daha aklından çıkmamak üzere.
EMEKTAR UH-1 LER
Tek motorlu UH-1 helikopteriyle başlıca görevimiz, bu dağlarda konuşlanmış askerlerimize erzak ikmali, timleri dağlara bırakma, dağlardan alma, bazen çatışma bölgesinden yaralı askerlerimizi alıp hastaneye taşıma, cephane taşıma. En zoru da şehitlerimizi taşıma. Bütün yük UH-1 helikopterlerinin üzerinde. Sonraları 1990’lardan itibaren tüm pilotlar envantere giren gelişmiş helikopterlere intibak etsede, UH-1 pilotluğu bir başkadır oralarda. Kendine özgü PAT PAT sesini, onlarca mil ötelerden tanırsın. Uçuşun, inişin, kalkışın her anını hissettirir. Uygun kullanmazsan bedel de ödetir.
DAĞ PİLOTU OLMAK
UH-1 helikopteri ile dağ pilotu olmak kolay değildir. Dağların dilinden anlamak gerekir. Hangi tepeye inerken, hangi geçidi aşarken bastırıcı veya kaldırıcı hava akımlarının etkisinde kalacağını bilmek gerekir. Sıcak havalarda, yüksek irtifa inişlerinde güç düşüklüğüne hazır olmak gerekir. Yamaç inişleri için yamaçları tanımak gerekir. Sadece dağları değil, helikopterini de iyi tanımak gerekir. Performans hesabını iyi yapmak gerekir. İniş yerine, mevsime bağlı olarak 5-10 kilonun hesabını yapmak gerekir. Bir at gibidir helikopter, eyerlerini kullanmayı iyi bilirsen sana emniyetli uçuş sağlar.
GÜN BATIMLARI
En çokta günbatımlarından önceki anlar veya gece çatışmaları elimizi
kolumuzu bağlar. Gece uçuş kabiliyetimiz yoktu o zamanlar. Bu yüzden gece
karanlığında askerlerimize yardıma gidememenin sıkıntısını çok yaşadık. Bazen
de gittik o şartlarda. Ay ışığının olduğu gecelerde tepelerin, dağların
siluetlerinden istifade ile yolumuzu bulmaya, el yordamı ile inilmeyecek
yerlere inmeye çalıştık. Gün doğumunu helikopterden izlemek ve akşam olunca,
günü helikopterden batırmak, söylem olarak güzel gözüküyor. Hatta romantik manzaralar
kapsamında değerlendirilebilir. Ama gerçek hiçte öyle değildir. Günbatımı
uçuşları zor ve en kritik uçuşlardır.
TİPİDE, SİSTE, TÜRBÜLANSTA UÇMAK
Bazen bir dağı aşarken bir boğazı geçerken türbülanslar savurur başın tavana vurur. Bazen bir tepeye inerken rüzgar kandırır arkana dolanır. Yamaçta dönmeye başlayan helikopter zor toparlar kendini. Çetin dağlara inerken, güç yetmez, takatın düşer. Hızla düşerken aşağıya son anda hava yastık yapar kurtarırsın.
Bazen istemeden de olsa sise girdik, tipiye yakalandık, rüzgarlarla dans
ettik, türbülanslarda savrulduk. Yazın sıcak hava, helikopterin performansını
ne kadar düşürüyorsa, kışında kar yağışı, yağmur, sis, türbülans; uçuşu o kadar
olumsuz etkiler. Bütün bunlara rağmen uçulabilecek en uygun anı koklar,
askerlerimizin yardımına koşardık. Geçit vermeyen dağlarla, derin vadilerin
içine asansör gibi iniş yaptığımız yüksek ağaçlarla, tabi ve suni engellerle,
yüksek gerilim hatlarıyla da mücadele ediyorduk. Olumsuz meteorolojik
koşullarda, zor arazide yaptığımız uçuşlar dağ pilotluğunu, diğer uçuşlardan
farklı kılıyordu. Bazen gündoğumu ile başlayan uçuşlarımız, günbatımına kadar
devam eder, 8-10 saat uçuşlar yaptığımız günler olurdu.
AŞAĞIDAN UÇMA EĞİLİMİ
Helikopter pilotluğu uçak pilotluğundan farklıdır. Genelde aşağıdan uçmak eğilimindedir helikopter pilotları. Özellikle bulutlu havalarda bulutların üstünde değilde, bulutların altından yeri ve suyu görerek uçmak isterler. Aşağıdan uçmanın da riskleri vardır. Yüksek gerilim hatları, görünmeyen antenler, sis, pus, yağış, kuşlar.
UÇUŞ HAZIRLIĞI
Uçuş görevine çıkma gerekliliği gelmişse, mevsim de kış ise pilotlar başlarlar tırmalamaya. Sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için 1 değil, 2 değil, 5-10 meteoroloji sitesini analiz ederler. Yine de rota boyunca sağlıklı bir meteoroloji bilgisi alamazlar. Yol boyu hava durumunu almak için ilçe jandarma karakollarına veya karayolları bakım istasyonlarına telefon ederler. “Sis var mı? yağış var mı? Rüzgar var mı?” gören bir gözden yardım isterler.
AĞIR KIŞ ŞARTLARI
Genelde yaz aylarında pek sorun çıkmasa da ülkemizin iklim şartları kışın sert geçer. Yükselen dağlar, alçalan vadiler, nehirler, yaylalar, birbirine girer Anadolu coğrafyasında. Kışın sis, yazın pus eksik olmaz. Doğu Anadolu’da kış sert geçer, bahar aylarında sağında, solunda şimşekler çakar. Bazen de gökkuşağı bir yay gibi karşındadır.
GİTMEKLE GİTMEMEK ARASINDA KALMAK
İşte bu ahval ve şeraitte dağ pilotu gözünü rotaya çevirir. Hava kötü olsa da engelleri aşmak hedefe ulaşmak, askerin yardımına koşmak ister. Bir yanda vicdan, bir yanda kar, boran, fırtına, yağmur, gitmekle gitmemek arasında karar vermek için zaman yoktur. Eğer gitmeye karar verilmişse hazırlıklar başlar.
BİN ATLI AKINLAR
Saat sabahın 04-05 civarlarıdır. Kurtlar, kuşlar henüz uyuyordur. Yediğin bir parça peynir ekmekten sonra, kendi hayatlarının şiirini yazanlardan olmak için, helikopter başına giderken, mevsim kış ise sabahın sert ayazı, suratına bir tokat gibi çarpar, helikopter başında karlı dağlara gitmek için bekleyen Mehmetçikleri görünce üşümekten de vazgeçersin. Güneş dağların ardındadır hala . Gecenin sessizliğini az sonra helikopterlerin gürültüsü öyle bir bozacaktır ki sanki gök kubbe yarılacak, bin atlı akınlar başlayacak gibi gelir. İşte böyle bir atmosferde askerimizi, polisimizi, o ürkütücü, karla kaplı dağlara bırakmak. Hatta inememek ve yerden biraz yukarıdan dik yamaçlara atmak. ( Biz buna havırdan atmak deriz.) bir tarafta dağın yamacı, diğer tarafta bin metrelik uçurumdan aşağıya bakmadan, elinin, ayağının kesildiğini hissettiğin anda, kıçı başı oynayan helikopterden atlayan askerlere “çabuk olun, çabuk inin” diye seslenmeye çalışmak, artık alışılmış, olağan faaliyetlerdendir. İki dağ arasında bir duvar gibi yüzlerce metre aşağı inen, derin vadileri biz 8-10 saniyede geçerken, askerlerimizin geçiş süresi 8-10 saati bulur.
RÜZGARLA KONUŞANLAR
Tekin olmayan sarp dağlara, iniş için yaklaşmaya başladığında artık bu dünyadan kopmuşsundur. O anda ne anne, ne baba, ne eş, ne çocuk, ne de sevgili. Tek gayen vardır, sorunsuz bir iniş ve askerleri emniyetle indirmek. Artık orada rüzgarlarla konuşmaya başlarsın, rüzgar; çoğu zaman nereden estiğini söylemez çıplak dağlarda, rüzgarı arkadan aldığında neler yaşayacağını bilirsin. Fellik fellik iniş yeri ararsın leçelik kayalıkların, diz boyu karların, bodur ağaçların arasında. Sonuçta herkes arazide kendini bir yere atmıştır. Her inen helikopter, telsizden anons geçer. 1 indi, 2 indi, 3 indi. bir sessizlik ve 5 indi. 4 numara anons geçmemiştir. O anda kaynar sular dökülür başından. Kötü bir şey mi oldu diye iç geçirirsin. 4 numaraya çağrı yaparsın ama ses yoktur. Kalkışla beraber 4 numaranın anonsunu duyunca derin bir oh çekersin. Güneş ufuktan henüz doğmamıştır. Sonra yeni sortiler için tekrar üsse dönüş başlar. Hangi taşın arkasında ne var bilinmezliği, her uçuşu başlangıçta gerilime sokar. Bazen de ateş sağanağı altında nereden geldiği belli olmayan mermilere hedef olma düşüncesi (ki birçoğumuz bundan nasibini almıştır.) hayatın gelgitlerini yaşatır sana saniyeler içinde. İndikten sonra helikopterin etrafını dolaşır mermi deliği ararsın. Gökten mermi yağmış kimin şansına kaç mermi düşmüş acaba diye.
ÜSSE DÖNÜŞ
Görev sonunda tüm helikopterler vukuatsız üsse döndüğünde, herkesin yüzünde bir tatlı gülümseme anları kalır geriye. Biz yeni görevlerin planlamasını yaparken, ekibimizin bir üyesi olan teknisyen arkadaşlarımız helikopterimizi bir sonraki uçuşa canla, başla hazırlarlar. Herkesin ayrı bir gerçekliği vardır orada. Biz akşam olup üssümüze dönerken dağlara bıraktığımız askerler gelir aklıma. Onların yaşadıklarını biz dahi tam olarak anlayamazken batıda yaşayanlar nasıl anlayacaklar diye düşünürdüm.
BAYRAM SABAHLARI
Cumartesi yoktur, pazar yoktur, bayram yoktur, seyran yoktur oralarda. Yaşanan tek gün o gündür. O günde diğer günlerin kopyasıdır. Bayram sabahlarının burukluğunu, ankisörlü telefonların ahizesinden yaptığımız bayram kutlamaları ile atmaya çalışır, Dağlardaki Mehmetçiklerin üşümüş ellerinden aldığımız çayların tatları, bayram şekerlerinin tatları ile karışırdı.
ÖLÜME KOŞANLAR
Bu anlatılanlar sahte Vietnam senaryoları değil; tipide, yağmurda, siste, vatan için, Mehmetçiklerin başarısı için çalışan, Mehmetçikle beraber ölüme koşan helikopter pilotlarının hikayesidir. Belki de son 35-40 yılın sadece bir gününün az biraz özetidir.
FOTOĞRAFİK MANZARALAR
Diyarbakır’dan Cizre’ye giderken Dicle’yi seyretmek, Hakkari dağlarından Ağrı dağını görebilmek, Munzur dağlarından Tunceli’ye Bingöl’e uzanmak, Mardin ovalarına bir kuş gibi süzülmek, Cudi’yi aşağıdan yukarıdan keşfetmek, Tanin Tanin yaylalarında mis gibi havayı solumak, Nemrut gölü üzerinden Van Gölü nü karşılamak, Görev dönüşü Karakaya Barajını geçip sisin pusun arasından Malatya’ya yaklaşırken yüzünde güller açmak, bu gergin uçuş hayatımızın ruhumuza iyi gelen yönleriydi elbette.
KOPMAYAN BAĞLAR
O ekipler birbirinden kopmadı o gün bu gündür. Dağlara bıraktığımız arkadaşlarımız dahil buna. Orada yaşananlar dile getirilir zaman zaman kah gülerek, kah hüzünlenerek. Bazen bir yerlerde karşılaştığımız o günlerin bir tim komutanı veya birlik komutanı “ Bize şöyle yardım etmiştiniz.” diye söz ettiğinde. Çoğunu hatırlamayız bile. O kadar çok uçuştan ne kalır geriye.
HELİKOPTER BEKLEYENLER
En güzel anlar, indiğimiz dağda birlik komutanı bir devre arkadaşı veya tanıdık bir yüzle karşılaşma anları olurdu. Helikopterin dağdaki üs merkezine gelmesi büyük bir olaydır. Yiyecek bitmek üzeredir. İzine gidecekler, terhis olacaklar heyecanla helikopter yolu gözler. Kalanlar da mektup bekler anne, babasından, eşinden, yavuklusundan. Yine o dağ köylerinde, askerlerimizin elinden yediğim bazlamaların, içtiğimiz çayların tatları bir başka gelirdi bana.
HAYATIN İÇİNDE OLMAK
Her günümüz böyle yoğun geçmedi tabi, tel örgülerin içinde, geniş zamanlarda kıran kırana futbol maçları yaptık timlerle, bazen tavlayı koltuğumuzun altına aldık. Bazen verdik. Akşam sohbetleri genelde günün kritiği şeklinde geçer. Çaylar durmaksızın gelir gider. Ertesi günün planlaması da sohbete dahildir. Hepsini okuyamasam da bir çanta kitap götürmeyi ihmal etmezdim hiç. Kısacası hayatın içindeydik her an. Ertesi gün, hatta 1 saat sonra nasıl bir kıyamet kopacağını, ne olacağını bilmeden.
YAZILMAMIŞ DESTAN
Şehitlerimiz, gazilerimiz bu topraklar için can veren kardeşlerimiz. Pilotundan teknisyenine, erinden, generaline, polisinden, öğretmenine, korucularına kadar, çok canımız yandı. Onlar, geride gözü yaşlı anneler, babalar, eşler, çocuklar bırakarak gittiler bu diyardan. Onlar Çanakkale’den Sakarya’dan, Kore’den, Kıbrıs’tan sonra daha henüz yazılmamış bir destanın parçası oldular ve gittiler. Allah rahmet eylesin. Ruhları şad olsun.
Ve ben o günlerde bazen tek başıma dağlara bakar bakar, hayallere dalar ve bir şeyler karalardım. İşte o 30 yıl önceki solmuş müsveddelerden kalan bir şiir.
ŞEHİTLERE
Siz dağları bilir misiniz?
Cudi’yi, Gabar’ı Sümbül’ü
Bize yol gösteren daha nice dağları bilir misiniz?
Siz vadileri bilir misiniz?
Zap’ı, Hezil’i, Pülümür’ü
Bir duvar gibi uzanan daha nicelerini bilir misiniz?
Siz arkadaşlığı, dostluğu bilir misiniz?
Karlı bir günün akşamında
Sıcak sohbetleri bilir misiniz?
Siz kahramanlığı bilir misiniz?
Gözü kara pilotların
Ateş sağanağı altındaki akınlarını bilir misiniz?
Siz şehitliği bilir misiniz?
Dağlarda, vadilerde yitirdiğimiz
Yüreğimizde kor gibi yanan acılarımızı bilir misiniz?
Çok şeyler yaşadık bu süreçte
Çok şeyler gördük
Ve belki göreceğiz
Yaşadığımız sürece daha nice.