Guest Author
Date: 10.12.2024

WHAT HAPPENS NEXT IN SYRIA -2

BİR DIŞ POLİTİKA/GÜVENLİK YAZISI;

Yukarıdaki başlıkla 8 Aralık 2024 günü sizlerle paylaştığımız yazının ilk bölümünde,  Suriye sorununda rol alan yerel, bölgesel ve küresel aktör ve grupların, bu ülkede meydana gelen son gelişmelerden, olumlu ve olumsuz yönde etkilenme durumlarını incelemiş ve  "ABD ve Türkiye'nin, söz konusu gelişmelerden etkilenme durumlarını  ve konunun başka yönlerini, yazının ikinci bölümünde ele alacağımızı" belirtmiştik. Bu kapsamda olmak üzere, anılan konularla ilgili tespit, görüş ve değerlendirmelerini de, aşağıdaki bölümlerde sizlerle paylaşmak istiyorum.

Türkiye, Suriye'deki olay ve gelişmelerden, olumsuz nitelikli olmak üzere, en fazla etkilenen ülkelerden birisi ve hatta birincisi oldu denebilir. ..Ve maalesef, bazı konularda, olumsuz yönde etkilenmeye devam etme ihtimali de oldukça yüksek görünüyor. Bunun yanında, bundan sonra,  Türkiye lehine olan/olacak bazı gelişmeler de yaşanabilir. Her şeyden önce ve ilk önce şunu belirtmeliyiz ki, PKK/PYD/YPG (Güya "Suriye Demokratik Güçleri"- SDG -) terör örgütü, Türkiye için HAYATİ derecede bir tehdit, tehlike kaynağı veya "beka" sorunu olmaya devam edecektir. Öyle ki, 911 km.'lik Türkiye-Suriye sınırının tamamında, bizim amaçladığımız "30-40 km. derinlikli,"  PKK/PYD/YPG'dan arındırılmış bir  tampon "bölge" veya "şerit" tesis edilmiş olsa dahi, "işin" veya "yolun/sürecin"  sonunda; o terör örgütünün alacağı "siyasi-hukuki" yapı,  Türkiye'yi olumsuz bir şekilde etkileyecektir. PYD/YPG'nin, Suriye'nin  yeni siyasal sisteminde, asgari olarak "özerk/otonom" bir yapıya kavuşturulması, kuvvetle muhtemelin de ilerisinde bir olasılıktır ki, bu hususu, hem ABD, hem İsrail ve hem de Batı ülkeleri  istiyorlar. Bu devletlerin, Suriye'nin yeni Anayasa'sında, anılan terör örgütünün "ÖZERK/OTONOM" bir yapı olmasını sağlayacak bir MADDE yer almasını temin edecekleri değerlendirilmektedir. Malumunuz, bu YAPI; Türkiye, İran, Irak ve Suriye'den "koparılacak" topraklar üzerinde kurulacak  sözde "BÜYÜK KÜRDİSTAN" projesinin bir "aşamasında" yer alıyor (Anılan dört ülkedeki ayrılıkçı Kürt terör örgütlerinin  HEDEFİ;  mümkünse her ülkede/ülkeden "koparılacak"  bölgeler ile ve sırasıyla; 1.Kültürel özerklik, 2. İdari özerklik, 3.Federe devlet, 4. Dört ayrı "Bağımsız" Kürt devleti, 5. Bu 4 devletin birleşmesiyle "BÜYÜK KÜRDİSTAN"ı kurmaktır.). Bu proje, önümüzdeki süreçte de, Türkiye'nin "başını ağrıtmaya" devam edecektir. Üstelik bu yapıyı, ABD'ye ilave olarak, İsrail de destekleyecektir. Bir önceki yazıda da belirttiğimiz üzere, İsrail Dışişleri Bakanı da, 11 Kasım 2024'de yaptığı bir konuşmada, bu hususu açıkça dile getirmiştir. Bu yapı, aynı zamanda; İsrail'in güvenliği, İran'ın bölgeden uzak tutulması, ABD'nin "taa" 1920'lerden/Sevr'den beri bölgede kurmayı planladığı  "Kürt Devleti" projesinin de diğer bir adıdır denebilir. Ayrıca ABD, Suriye'de hâlâ IŞİD teröristlerinin bulunduğunu belirtiyor ve bu terör örgütü (IŞİD) ile mücadelede, PYD/YPG'yı müttefik olarak görmeye devam ediyor.

Türkiye'deki Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönme durumunu, değişik yönleriyle ortaya koyup, bilahare konuyu değerlendirmenin uygun ve yararlı olacağı mütalâa edilmiştir.  Bu konuda iki ayrı durumun ortaya çıkma ihtimali bulunmaktadır. Şimdi, bu durumları  inceleyelim. HTŞ terör örgütü; şu ana kadar, kendisi ile birlikte hareket eden 36 diğer İslamcı örgüt, Türkiye'nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO), PYD/YPG terör örgütü ve ABD'nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile bir çatışma  yaşamadı ve bu örgütler arasında siyasi bir "sürtüşme" de meydana gelmedi.  Ancak şunu unutmayalım; HTŞ terör örgütü, Şam'da radikal bir  İslami siyasal sistem kurmayı esas alacaktır. Terör örgütü PYD/YPG ise daha "seküler" bir anlayışa sahip görünüyor. SMO ve ÖSO'nun da, HTŞ ile aynı ideolojik yapıda oldukları söylenemez. Bu noktadan hareketle, bu örgütler arasında bir çatışma ortamı doğarsa, Türkiye'deki sığınmacıların ÜLKELERİNE DÖNÜŞÜ MÜMKÜN OLMAYABİLİR. Böyle bir risk bulunmaktadır. Diğeri ise "olumlu durumdur."  Kanaatimce, örgütlere hakim olan devletler, isterlerse, bu örgütlerin, birbirleriyle çatışmalarını önleyebilirler.  İşte böyle bir durumda, Türkiye'deki sığınmacılardan, ülkelerine  mutlaka dönenler olabilir. Burada, konu ile ilgili hukuki mevzuatı da hatırlamak uygun olabilir. Malumunuz Türkiye,  1951 tarihli BM  Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme'yi imzalamış, ancak COĞRAFİ bir sınırlama getirerek, AVRUPA DIŞINDAN GELENLERE MÜLTECİLİK HAKKI TANIMAMIŞTIR. Bu nedenle, Türkiye'deki Suriyelilere "mültecilik" değil, "sığınmacı" statüsü vermiştir. Devamında, 2014 yılında da, (Bu konudaki  dağınık veya "çoklu" olan mevzuatın yarattığı sıkıntıları ortadan kaldırmak için) "Geçici Koruma Yönetmeliği " çıkarılarak, Suriyeliler, "Geçici koruma statüsü altındakiler" kategorisine alınmışlardır. Bu çerçevede, Suriye'de düzen ve asayiş sağlanırsa, Suriyelilerin, ülkelerinden KAÇMA/ülkelerini  TERK ETME nedenleri ortadan kalkmış olacağından, Türkiye  Suriyeli sığınmacıları,  ülkelerine gönderme hakkına sahiptir ve bunu yapabilir (Türk vatandaşlığı verilenler,  çalışma ve oturma izni alanlar hariç).  Ayrıca böyle bir durumda Türkiye, ekonomik, sosyal, çalışma hayatı, asayiş ve "demografik yapının bozulması" vb. alanlarındaki büyük sorunları  halletmiş olacaktır. Diğer taraftan Türkiye, Suriye'nin yeniden imar sürecinde de rol alabilir. İlaveten, Suriye üzerinden, Ortadoğu ülkelerine daha önce yapılan ihracat, ticaret, ulaştırma vb. faaliyetleri tekrar canlanabilir. Bu durumun diğer bir yönünde; bazı işverenlerin, "ucuz işgücü" kaynağının zayıflama gerçeği mevcuttur (Ayrıca konut ve  ev kiralarında da düşme olabilir). Sığınmacıların, ülkelerine dönüşle ilgili kararını etkileyecek önemli bir durum daha bulunmaktadır. Bilindiği üzere,  13 yıllık iç savaşta, Suriye ekonomisi çöktü, şehirler, yerleşim yerleri, altyapı tesisleri çok hasar gördü. 

Diğer taraftan, 1963 yılından beri, "diktatörik" ve baskıcı da  olsa, kısmen seküler bir rejim ile yönetilen Suriye halkının belirli bir kesiminin,  HTŞ'nin kuracağı "Vehhabi/Selefi"  radikal bir İslamcı siyasal sistemi, olumlu karşılamaları beklenmemelidir (Özellikle Nasturiler, Dürziler, Suriye Alevileri).

Suriye'de bugün esas aktör olan iki terör örgütü (HTŞ + Bileşenleri ve PYD/YPG) ve diğer iki örgütünün (SMO ve ÖSO) ideolojileri ve temel hedefleri dikkate alındığında, bu örgütler arasında, yakın veya orta vadede anlaşmazlık ve hatta çatışma çıkma ihtimali bulunmaktadır. Bu durum, Suriye'nin geleceğinin güvenlik ve asayiş yönünden, problemli olacağına bir gösterge teşkil eder.

Yukardaki hususlar dikkate alındığında, ülkemizdeki sığınmacılardan çoğunluğunun Türkiye'den ayrılmak istemeyecekleri mütalâa edilmektedir.

Diğer taraftan Türkiye,  lideri COLANİ ("Ebu Muhammet el Cevlani (k) - Ahmet El Şara - ) başta olmak üzere, üst düzey yönetici kadrosunun çoğu El-Kaide, El-Nusra gibi küresel nitelikli terör örgütleri ile bağlantılı radikal İslamcı HTŞ ve bileşenlerinin  yönettiği bir devlete, yani Ortadoğu'nun "Afganistan'ı" olmaya aday bir Suriye'nin komşusu olacaktır. Hep söyleniyor; üniter ve ulus devlet yapımıza düşman olan  bölücü terör örgütü PYD/YPG'ya ilave olarak, şimdi bir de, laik ve demokratik Cumhuriyet sistemimize karşı olan HTŞ yönetimi Türkiye'ye komşu olacaktır. Güneyimizde, radikal dinci bir rejimin tesis edilmesi, Türkiye'deki benzeri düşüncelere sahip aşırılara, laik Cumhuriyet'imiz aleyhindeki faaliyetlerini artırma cesareti verebilir ve bu aşırılar, HTŞ rejimi tarafından da, örtülü bir şekilde desteklenebilir.

 ABD'nin bu sorundaki tutum ve politikasına, yazının değişik bölümlerinde değindik. Yine de, bu ülke ile ilgili bazı hususlara burada da yer vermekte fayda mütalâa edilmektedir. Bu sorunda, ABD'nin  en dikkat çekici tutumu, HTŞ'yi terör örgütü kabul etmişken ve bu örgütün lideri COLANİ'nin "başına" 10 milyon dolar ödül koymuşken, aynı örgütün Şam'ı ele geçirmesine "hiç ses çıkarmaması" ve hatta, "el altından" destek vermesidir. HTŞ savaşçılarının bazılarının, normal muharip askerin sahip olduğu kıyafet ve teçhizatını, kullandıkları başta "dron" olmak üzere, modern harp silah ve araçlarını (zırhlı araçları dahi vardı), "motosikletlerini," TV ekranlarından izledik. Bunların, tamamının olmasa dahi, bir kısmının ABD tarafından sağlandığını ifade eden çok sayıda dış politika ve güvenlik uzmanı oldu. Hatta, bazı HTŞ mensuplarının, ABD'nin,  Suriye-Ürdün sınırındaki  AL TANF Üssü'nde eğitildikleri dahi ileri sürüldü. ABD, istese, "ortalıkta"  gayet rahat dolaşan COLANİ'yi istediği zaman öldürebilirdi ama, böyle bir şey yapmadı. ABD'den bir yetkili, "Suriye konusunda, Türkiye ile tam bir angajman içerisindeyiz," şeklinde beyanda bulunarak, HTŞ'nin bu operasyonunu, en azından onayladıklarını açıkça beyan etti. Yani, anlaşılıyor ki, ABD,  terörist  listesindeki bir örgütün, bu safhada, Suriye'deki yönetimi ele geçirmesini üstü kapalı olarak veya perde arkasından destekliyor. ABD, bu işte!.. Bir taraftan HTŞ'yi terör olarak görür, öbür taraftan da aynı örgütü destekler... Bu durum, ABD'nin, menfaatleri için, sadece "PRAGMATİST" değil, gerektiğinde, "MAKYAVELİST" bir politika bile izleyebileceğini de gösteriyor. İtalyan düşünür ve politikacı Niccolo MACHİAVELLİ (1469-1527), ünlü "PRENS" adlı eserinde, "...Zararlı gibi görünüp de, refaha kavuşturan nice kusurlar vardır," diyerek, davranışların niteliğinden çok, doğuracağı sonuçlara odaklanılmasını öğütler. Mealen, gerektiğinde yöneticilerin, "doğru'dan, ahlaktan, iyilikten uzaklaşabileceğini,"  belirterek,  "ahlaka karşı menfaati" savunur. İşte bu ABD,  anılan Makyavelist yaklaşım ile, bugün terör örgütü HTŞ'yi bu şekilde desteklerken, çok "absürt" gelebilir ama, yarın, aynı yaklaşım ile gerektiğinde,  yine HTŞ'yi  devirebilir. Yukarıda da belirtildiği üzere, ABD için önemli ve esas olan, İsrail'in güvenliği, İran'ın bölgeden uzaklaştırılması ve güyâ IŞİD terör örgütü ile mücadelede müttefik olarak gördüğü PYD/YGP'nın "devletleşme" sürecine katkı sağlayıcı siyasi ve hukuki altyapının oluşturulmasıdır. Malumunuz, Suriye'nin enerji kaynakları, su rezervleri ve "mümbit" ("Bereketli" ) toprakları, çok büyük oranda, PYD/YPG'nın kontrolündedir. Yarın, Suriye'nin yönetiminde bulunan HTŞ ile PYD/YPG arasında, - ideolojik nedenlerle birlikte- bu kaynaklardan yararlanma nedeniyle de bir anlaşmazlık ve/veya çatışma çıkarsa, ABD, PYD/YPG'nin yanında yer alır. Bu iki örgüt arasındaki çatışma büyürse, ABD, İsrail ile birlikte, HTŞ'yi  yok etmeye dahi teşebbüs edebilir. Çıkacak böyle bir kargaşa ortamında, Türkiye'ye yeni göç dalgalarının olması dahi mümkündür. 

Burada şu hususu da tekrar  dikkatinize sunmak istiyorum. Rusya ve İran, yaşanan bu süreçte, Türkiye'yi "Astana ve Soçi Mutabakatlarına uymamakla, anılan mutabakatların gereklerini yerine getirmemekle, HTŞ'ye yol vermekle (Özellikle İran böyle iddia ediyor)" suçluyorlar (Gerçi, kendileri de uymadılar). Bilindiği üzere, her iki ülke de, - daha ziyade İran -  Suriye'deki yeni durumdan çok zarar gördüler ve anılan ülkeler, bunda Türkiye'nin  de "payı" olduğu görüş veya iddiasını taşıyorlar. Bu kapsamda, ortaya çıkan Suriye'deki yeni  durum, anılan iki ülke ile olan ilişkilerimize zarar verme potansiyeline sahiptir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Geinen noktada ve ilk etapta Türkiye'nin bir kazanımı oldu; PYD/YPG'nin kontrolündeki  Tel Rıfat ve Münbiç, Türkiye'nin desteklediği SMO'nun eline geçti. Ama, yazının ilk bölümünde ve yukarıda sunulan bilgiler hep birlikte değerlendirildiğinde, Suriye'nin gelecekte 3-4 "federe devletten" oluşacak  "federal/konfederal" bir yapıya dönüşme ihtimali ve bu yapıda, ABD'ye ilave olarak İsrail ile de ilişkileri gelişecek olan PYD/YPG'nin güçlenmesi, Türkiye'nin alabildiğine aleyhine olan bir durum yaratabilecektir.  PYD/YPG terör örgütüne ilave olarak, HTŞ gibi radikal  dinci bir terör örgütünün yönetiminde bir "Komşu Suriye"nin ortaya çıkması da, Türkiye'nin laik ve demokratik Cumhuriyet rejimi için yeni bir tehdit kaynağı olma potansiyeli taşımaktadır. Esad rejiminin devrilmesi, Türkiye'deki Suriyeli sığınmacıların, "otomatik" olarak ülkelerine dönecekleri anlamına gelmemektedir. Belirli miktarda bir sığınmacı kitlesi, ülkelerine geri dönse de, büyük kısmının; Suriye'de istikrar, düzen ve asayişin tam olarak sağlanmasını gözeterek ona göre karar verecekleri mütalâa edilmektedir. Ancak, Suriye'de belirtilen seviyede bir durumun oluşması da çok zor göründüğünden, arzu edilen sayıda Suriyeli sığınmacının ülkelerine dönmeleri (Özellikle gönüllü olarak) zayıf bir ihtimal olarak kıymetlendirilmektedir. Hülasa, Esad'ın gitmesi, Türkiye için "sorunun bitmesi" anlamına gelmiyor.  Esad'ın gitmesi, bir çözüm gibi göründü ama, umarız ki "BUGÜNÜN BU ÇÖZÜMÜ, YARININ SORUNU OLMAZ." ( 10 Aralık 2024)

Nihayet ÜNLÜ
unluunihayet@gmail.com

Nihayet ÜNLÜ

unluunihayet@gmail.com
TESUD Bakırköy
10.12.2024

Web sitemizdeki yazılar, yazarlarının kişisel görüş ve düşünceleri olup TESUD ve Şubelerinin görüşlerini yansıtmaz.