On What's Happening in Syria
Hep birlikte izlediğimiz üzere, Suriye'de, "CİHADİST" bir dini, ideolojik ve politik düşünceye sahip ve TERÖR ÖRGÜTÜ olarak kabul edilen Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ- "Şam Kurtuluş Heyeti"-), 27 Kasım 2024 tarihinde, Suriye Rejim Ordusu (SRO) ve rejim yanlısı güçlere karşı saldırıya geçti ve şaşırtıcı bir şekilde, süratle ve çok kısa bir sürede, Suriye'nin ikinci büyük şehri olan HALEP'i kontrol altına aldı. Bu arada, Türkiye'nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) da, harekete geçerek, terör örgütü PKK/PYD/YPG unsurlarının da varlık ve faaliyet gösterdiği Tel Rıfat'ı ele geçirdi. Suriye'de yaşanan bu gelişmeler, çok haklı olarak, başlangıcından beri Türk kamuoyu tarafından çok dikkatli bir şekilde izleniyor ve medyanın her alanında, çok yoğun bir şekilde konuşuluyor, tartışılıyor. Ben de, çok özet bir şekilde, Suriye'de yaşanan bu gelişmelerin bazı yönleri ile ilgili tespit, görüş ve değerlendirmelerimi, özet olarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
Her şeyden önce ve ilk önce şu hususu hatırlatalım; HTŞ, "El Kaide-Nusra bağlantıları" nedeniyle, 2018 yılında, BM Güvenlik Konseyi tarafından, TERÖR ÖRGÜTLERİ listesine dahil edilmiş ve Türkiye de, 31Ağustos 2018 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan kararla, bu oluşumu TERÖR ÖRGÜTÜ olarak kabul etmiştir. Bu hatırlatmayı müteakip şimdi, kısa kısa tespit ve görüşlerimi aktarmak istiyorum. Bir terör örgütü olan HTŞ, 27 Kasım'dan itibaren; adeta İkinci Dünya Savaşı'nın ilk dönemlerinde, Alman Nazi Ordularının "Yıldırım Harbi Doktrini" ni uygulayarak, "yıldırım hızındaki" taarruzlarla, birçok ülkeyi ele geçirmesi gibi, çok süratli olarak HALEP'e doğru ilerledi, güzergâhtaki çok sayıda yerleşim yerini ve hatta rejim Ordusu'na ait bazı kışlaları (46. Alay gibi) ele geçirdi ve 29 Kasım'da da, Halep merkezine girdi. Ayrıca, Halep'i Şam'a bağlayan M-5 karayolu ile aynı şehri Lazkiye'ye bağlayan M-4 karayolunu da kontrol altına aldı. Esad rejiminin, özellikle kuzeye kuvvet sevketmesine imkan veren ana "arterler" olmaları nedeniyle, Şam için büyük önem taşımaktaydı. HTŞ'nin elinde ve envanterinde; gece görüş teçhizatı, tank dahil zırhlı araçlar, İHA'lar ve "kamikaze dronlar" gibi modern teçhizat, harp silah ve araçları ile sistemlerinin olması, bu örgütün arka planında bazı devlet veya devletlerin bulunduğuna işaret ediyor. HTŞ teröristlerinin bir kısmı da, alışılagelen dinci CİHADİST bir görüntüde değil de, normal nizami ordu mensubu bir "asker" gibi kıyafet ve teçhizatlı görüntü veriyorlar. Bu hususları, bir tespit olarak kaydedelim. Diğer taraftan, Suriye Rejim Ordusu birlikleri, HTŞ unsurları önünden, normal bir şekilde GERİ ÇEKİLME harekâtı uygulayarak değil, "tası toprağı" alıp KAÇMANIN da ötesinde, bir bozgun "atmosferi" görüntüsü içinde ve "jet hızıyla" bölgeden güneye doğru uzaklaştılar. Bu durum, ya Esad rejimi istihbaratının hiç iyi çalışmadığını, ya da, Esad'ın, Şam'ı güvene almak için (İsrail'in muhtemel bir kara harekâtına karşı), bu bölgedeki askeri birliklerinin büyük bir bölümünü, daha önce güneye çektiğine bir gösterge teşkil etmektedir. Yani, Esad rejimi, bölgedeki durumu çok yanlış değerlendirmiştir. Bu arada, terör örgütü PKK'nın Suriye'deki uzantısı PYD/YPG da, ortaya çıkan durumu istismar ederek, kendi lehine istifade etmek istemiş ve Fırat Nehri batısında yer alan Menbiç-Tel Rıfat arasındaki irtibatı güçlendirmek ve Halep'de de, bazı kritik yerlere el atmak istemiştir (Halep Havaalanı gibi). Bununla birlikte, Türkiye'nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) harekete geçerek, Tel Rıfat'ı kontrol altına aldı ki, SMO'nun, önümüzdeki günlerde Münbiç'e de "yürüme" ihtimali yüksektir. Diğer taraftan, PYD/YPG terörist unsurları, HTŞ'nin çağrısı üzerine, başta Havaalanı olmak üzere, Halep bölgesinden geri çekildi.
Malumunuz Suriye'de; yerel, bölgesel ve küresel güçler/aktörler var ve bu aktörlerin her birinin kendine göre hesapları bulunmaktadır. Bu kapsamda ülkede; Rejim Ordusu, Türkiye, İran, Rusya, Lübnan Hizbullah'ı ile ABD'nin unsurları ve destekledikleri güçler var. Ayrıca İsrail de Suriye'ye sürekli havadan müdahalelerde bulunduğu gibi, İngiltere, Fransa gibi bazı batı ülkeleri ile Körfez ülkeleri de, Suriye'deki gelişmeleri yakından takip ediyorlar. Rusya, Ukrayna Savaşı'na odaklanmış durumda ve hâlen Suriye/Himeymim Üssü'nde sadece 12 adet savaş uçağı (Bazı kaynaklara göre 9 adet) bırakmış olup, bu durumun da bir sonucu olarak, HTŞ saldırılarına çok "cılız" bir tepki gösterdi. Ayrıca Rusya'nın; bazı önerilerini dikkate almayan Esad'ın, "burnunun biraz sürtülmesini" istediği için, bu derecede "pasif" bir duruş sergilediği yorumları da yapılıyor. İran ve Hizbullah, İsrail ile yaşanan son dönemdeki çatışmalarda, çok "kan kaybetmiş" durumdalar ve onlar da, HTŞ saldırısına esaslı bir direnç göstermediler. ABD ve İsrail ile, İngiltere ve Fransa da, belki abartılı bulunabilir ama, şu andaki durumdan, en azından şikayetçi görünmüyorlar ve hatta bu durum; özellikle İran'ı (Suriye'de) gerilettiği için, İsrail'in güvenliği "noktai nazarından" bakış açısı ile, bu ülkeleri kısmen memnun etmişe benziyor ( En azından şimdilik)!.. Ama, HTŞ de, neticede bir terör örgütü.. Şam'ı da ele geçirip, İslami bir devlet kurma gibi bir hedefi var. Nitekim, Hama 'ya da girmek istedi ama, orada Esad Rejin Ordusu unsurları direnince, başarılı olamadı. "Zaman içinde, ben değiştim, dönüştüm," demesi, onu legal ve masum bir hâle getirir mi, bu durum, yine zaman içinde anlaşılacak.. (Bununla birlikte, HTŞ'nin bazı mensuplarının, daha önce, El Nusra'nın birkaç üst düzey "liderinin" yerlerini ABD'ye bildirerek, etkisiz hale getirilmelerine yardımcı oldukları belirtiliyor). Yani ortaya çok "tuhaf," "oksimoron" ve "paradoksal" bir durum çıkıyor ki, bu da, halihazırdaki durumun, "uzun süreli" devam edemeyeceğini ve ilerde, Suriye'de yeni ve büyük çatışmaların olabileceğine ilişkin emare olarak değerlendiriliyor. Bu hususları da dikkate alarak, Suriye'de, yakın ve/veya orta vadede neler olabileceğine ilişkin, birtakım yorum ve kıymetlendirmeler yapılabilir.
Burada, öncelikle Türkiye'yi birinci derecede ilgilendiren konulara değinmekte fayda var. Malumunuz bu konular; esas olarak YPG/PYD'nin, bir terör koridoru oluşturması ve ileri aşama olarak "devletleşmesini" (Özellikle Akdeniz'e ulaşan) önlemek, İdlib'ten Türkiye'ye yeni mülteci akını yaşanmasına zemin hazırlayacak bir ortamın ortaya çıkmasını engellemek ve kanaatimce, orada "CİHADİST" bir devletin kurulmasına meydan vermemektir. Kısaca bu hususları şöyle irdeleyebiliriz; Türkiye'nin desteklediği SMO'nun, Tel Rıfat'ı kontrol etmesi olumlu bir gelişme ve SMO'nun, Münbiç'i de PYD/YPG'dan temizlemesi gerekir. Suriye'deki mevcut konjonktür dikkate alındığında, TSK'nın, bu safhada doğrudan bir müdahalede bulunması, başta yukarıda belirtilen devletler olmak üzere, uluslararası "arenada," bir dereceye kadar "fırsatçılık" olarak değerlendirilebilir. Bu çerçevede, SMO çok büyük bir güçlükle karşılaşmadıkça, TSK'nın Münbiç'e doğrudan bir müdahalede -tekrar hatırlatalım bu günlerde- bulunmayacağı mütalâa edilmektedir (SMO'ya ateş desteği ile lojistik ve istihbarat desteği sağlayabilir). Yani, Suriye'deki gelişmeler, bu yönü ile, bu safhada Türkiye'nin lehine görünüyor. Ama, bunun devamında, aşağıda ayrıca değinileceği üzere, PYD/YPG'nin, ABD ve İsrail'in desteği ile, "özerkliğini" ilan etmesi riski de dahil, Türkiye'nin aleyhine olabilecek bazı gelişmelerin yaşanması da kuvvetle muhtemeldir.
Özellikle, ABD'de Trump görevi devraldıktan sonra, Ukrayna'da bir ateşkes sağlanırsa, Rusya, Suriye'deki hava gücünü takviye ederek, başta İDLİB olmak üzere, HTŞ'nin kontrolündeki bölgeleri havadan bombardımana tabi tutabilir ve bu durum da, Türkiye'ye karşı YENİ BİR MÜLTECİ AKININA neden olabilir.
HTŞ, Halep'i de içerecek şekilde, Türkiye'nin güneyinde ve hemen yanı başında, "CİHATÇI" sözde bir "devlet" olarak varlığını devam ettirirse, bu örgütün Türkiye'nin asayiş ve güvenliğini tehdit eden faaliyet ve girişimleri olabilir. Örgüt, hâlen Türkiye'nin "sözünü dinler" bir tavır takınabilir ama, "yarın" ne yapacağı konusunda, kesin bir değerlendirme yapılamaz kanaatindeyim.
Burada şu hususu da belirtmek gerekir; maalesef, başta İran, Rusya, PYD/YPG ve bazı Körfez ülkeleri olmak üzere, birtakım ülke ve çevrelerce, "HTŞ'yi Türkiye harekete geçirdi," şeklinde, ülkemize yönelik haksız suçlamalar yapılmaktadır ki, bu da, şimdiden, Türkiye'nin terörle mücadele konusundaki samimi ve ciddi mücadelesine ve "imajına" zarar vermeye başlamıştır ve ilerde de bu husus, yine bir suçlama "argümanı" olarak karşımıza çıkarılabilir. Ayrıca, yine özellikle Rusya ve İran basını, Türkiye'yi "2017 yılında imzalanan Astana ve 2018 tarihli Soçi Mutabakatlarından kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmemekle," suçlamaktadırlar. (Aslında, anılan ülkeler bu mutabakatları. gereklerine daha öncesinde uymamaya başladılar.).
Hülasa, Suriye'deki durum; mevcut hali ve önümüzdeki gün ya da haftalarda, Menbiç'ten PYD/YPG unsurlarından temizlenmesiyle, Türkiye lehine bir ortam yaratıyor. Ama, aynı durum; orta ve uzun vadede, Türkiye için, yukarıda belirtilen yönleriyle (PYD'nin özerkliği, yeni mülteci akını, HTŞ gibi CİHADİST bir terör örgütünün "devletleşmesi" vd.) birtakım RİSKLERİ de beraberinde getirmektedir.
İran, şu andaki "güçsüz" durumuna rağmen, Suriye'deki kazanım ve sağladığı nüfuzdan, hemen ve kolay kolay vazgeçmek istemez. Özellikle Halep Havaalanı, İran'ın; Suriye'deki unsurlarına, Şam rejimine ve Lübnan Hizbullah'ına, başta silah ve mühimmat olmak üzere, lojistik destek için kullandığı çok önemli bir merkez idi. Bu kapsamda İran, Halep'in, en kısa zamanda HTŞ'den geri alınması yönünde büyük çaba göstereceği gibi, genelde de, onun (İran'ın) dış politikasının "omurgasını" teşkil "DİRENÇ EKSENİNİ" sürdürebilmek maksadıyla, Esad'ı desteklemeye devam edecektir.
Rusya ise, birinci önceliğini, Tarsus Deniz Üssü ve Himeymim Hava Üssü'nü korumaya vermekle birlikte, bu ülke de, Esad rejiminin devamından yana olan tavrını (Bu tavrında, zaman zaman bazı "dalgalanmalar" olsa da), kuvvetle muhtemel sürdürecektir.
ABD ve İsrail, malum olduğu üzere, PYD/YPG'yi daha da güçlendirmeye ve bu terör örgütünü "devletleştirmeye" çalışacaklardır ki, Türkiye için en büyük tehdit ve tehlike kaynağı burada "yatmaktadır." Ayrıca bu ülkelerin, bir terör örgütü olan HTŞ'ye karşı, nasıl bir tutum izleyeceklerini de zaman gösterecek olmakla birlikte, HTŞ'nin, 2 Aralık 2024'ün gece saatlerinde yaptığı bir açıklamada, "PYD/YPG İLE İLETİLŞM HALİNDEYİZ," dediğini ve PYD/YPG'nın da, başlangıçta işgal ettiği Halep Havaalanı'nı, HTŞ'nin isteği üzerine terk ettiğini de hatırlayalım. Diğer taraftan, İsrail'in, GOLAN TEPELERİ'nin doğusunda ve Suriye topraklarında, tampon bir bölge oluşturma niyetinde olduğu da sık sık gündeme getiriliyor
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Suriye'de ortaya çıkan durum, Türkiye için Tel Rıfat'ın PYD/YPG'dan temizlenmesi ve Münbiç'in de aynı örgütten temizlenmesi ortamını yaratmış olmakla birlikte, bu ülke, önümüzdeki dönem ve yakın gelecekte "kaotik" çatışmalara sahne olmaya ve parçalanmaya aday bir sürece girmiştir. Türkiye'nin bu süreçte; başta PYD/YPG'dan kaynaklanan güvenlik riskleri ile mülteci akını ve HTŞ gibi "CİHADİST" bir yapının, Türkiye için yaratabileceği olumsuz etkilerinin, milli güvenlik ve milli menfaatlerimize verebileceği olumsuz zararları asgari seviyeye indirme girişim ve çabalarını, uluslararası hukuk ile uluslararası dengeleri ve ilişkileri de dikkate alarak sürdürmesi gerektiği kanaatindeyiz. (3 Aralık 2024)
Not: Beni bu köşede sizler ile buluşturan TESUD İstanbul-Bakırköy Şube Yönetimi'ne çok teşekkür ederim. Her şeye ve bu olup bitenlere rağmen sağlık ve huzur dolu günler dilerim