Guest Author
Date: 04.01.2025

RECENT DEVELOPMENTS IN SYRIA AND IRAN 'S REACTIONS

BİR DIŞ POLİTİKA/GÜVENLİK YAZISI;

Suriye'deki gelişmeleri gün gün ve hatta saat saat takip ediyoruz. Buradaki gelişmelerin, sadece dış politika ve güvenlik açısından değil, "iç politika" açısından da Türkiye'yi çok ilgilendirdiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Komşumuz  Suriye meselesi, bir diğer komşumuz İran'ı ve Türkiye-İran ilişkilerini de ilgilendiriyor, etkiliyor. Bu kapsamda, Suriye'deki son gelişmeleri, bu  gelişmelerin Türkiye'yi ilgilendiren yönlerini  ve İran'ın, bu meseleden kaynaklı olarak Türkiye'ye yönelik tepkileri ile,  bu konulardaki görüş ve değerlendirmelerimi,  çok özet olarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
        
Bilindiği üzere Türkiye için Suriye ile ilgili en önemli hususlar;  bölücü terör  örgütü PKK'nın bu ülkedeki uzantısı PYD/YPG'nın (Sözde "SDG") tesirsiz hale getirilmesi, ülkede asayiş, istikrar ve huzurun sağlanarak Türkiye'deki  Suriyeli sığınmacıların geri  dönüşleri için uygun ortamın yaratılması ve  mümkün olduğu taktirde, ülkenin üniter yapısının, siyasal ve toprak bütünlüğünün korunmasıdır. Ülkenin imarı ve  ekonomisinin canlandırılması da, Türkiye için önem arz etmektedir. Şimdi, kısa kısa, bu hususlarla ilgili gelişmelere göz atalım.
      
İlk konu PYD/YPG konusudur. ABD, maalesef bu terör örgütünü desteklemeye devam ediyor. Öyle ki, 01 Ocak 2025 günü,  ABD Ordusu, zırhlı araçlar refakatinde, Haseke'den, Şanlıurfa/Suruç karşısındaki Ayn El ARAB'a ("Kobani") onlarca (50 adet olduğu belirtiliyor) TIR ile; çimento, lojistik ekipman ve malzeme taşıdı ve buranın (Kobani) merkezinde, bir karargah/askeri üs tesis ve inşasına başladı. Bu durum, açık ve net şekilde, Türkiye'ye, "BURAYA OPERASYON YAPMAYIN," demektir. Oysa,  TSK ve/veya SMO'nun, son dönemdeki bazı faaliyetlerinden, "KOBANİ'YE" operasyon düzenleme niyetinde olduğu tahmin ediliyor veya değerlendiriliyordu ki, aslında "Kobani'nin, SMO tarafından alınarak (TSK ile birlikte veya yalnız olarak), burası ile Şanlıurfa/Akçakale karşısındaki TEL ABYAD arasında kalan kesimin kontrol altına alınması ve böylece, "Fırat Kalkanı-Barış Pınarı Harekât" bölgesi  arasında kalan "şeridin"  birleştirilmesi gerekli idi. Ama, anlaşılan o ki,  ABD'nin siyasi-diplomatik tutumu ve SDG'ye verdiği askeri destek, hem bu operasyona engel oluyor, hem de Şubat 2015'de boşalttığımız Süleyman Şah Karakolu ve bu karakolun hemen kuzeyindeki Karakozak Köyü bölgesinin ele geçirilmesini hedefleyen ve SMO tarafından  icra edilmekte olan operasyonun ilerlemesine engel oluyor. 
      
SDG'nin sözde lideri Mazlum Abdi ve beraberindeki heyetin, geçen pazartesi (01 Ocak 2025) günü, Şam'da Golani (COLANİ) ile görüştüğü ve Abdi'nin; Golani'nin SDG'nin silahlarını bırakması yönündeki görüşüne "evet" demediği ve görüşmeden, bu konuda bir sonuç alınamadığı belirtiliyor. Güya, bu konuda , taraflar arasındaki görüşmeler devam edecek... Diğer taraftan, Almanya ve Fransa Dışişleri Bakanları (DİB) da, 03 Ocak 2025 günü, Golani ile görüşmek için Şam'a gittiler. Her iki ülkenin de, PYD/YPG'ye ve  bu terör örgütünün ""ÖZERKLİK" yönündeki taleplerine sıcak baktıkları biliniyor. Nitekim, Almanya DİB verdiği demeçte, "Ilımlılık ve diğer önemli aktörlere anlayış arzusunu da duyuyoruz," şeklinde konuşarak, yeni yönetimin "SDG"ye  "anlayışla" yaklaşımlarından memnun oldukları mesajı verdi. İsrail DİB de, "SDG'ye destek olmalıyız," mealinde demeçler verdi. Bütün bunlar şuna işaret ediyor ve gösteriyor ki, şu ana kadar ki, PYD/YPG ile  gelişmeler, maalesef, TÜRKİYE'nin istediği istikamet ve şekilde ilerlemiyor. Güya terör örgütü IŞİD/DEAŞ ile mücadele ve esas olarak da İsrail'in güvenliği kapsamında, ABD'nin; önümüzdeki dönemde de YPG/PYD'yi desteklemeye devam edeceği ve Suriye'nin kuzeydoğusunda, Irak'taki "Kürt" yapılanmasına benzer bir oluşum tesis etme yönündeki hedefinden vazgeçmeyeceği kıymetlendirilmektedir. 20 Ocak'da göreve başlayacak TRUMP, ABD'nin bu politikasında radikal bir değişikliğe gider mi, bunu zaman gösterecek. Bununla birlikte, TRUMP'un kritik görevler için (Savunma Bakanlığı, İstihbarat Direktörü vd.) aday gösterdiği şahısların, bu konudaki bilinen söylem ve tutumları,  TRUMP'ın zamanında da, halihazırdaki ABD politikasının devam edebileceğine emare olarak gösterilebilir.
        
Malumunuz, Suriye'nin güneybatısındaki Suveyda, Dera ve Kuneytra şehirlerinin bulunduğu bölgede, bir dereceye kadar İsrail tarafından "himaye" edilen DÜRZİLER yaşamaktadır. 31 Aralık 2024 günü, HTŞ Yönetimi, Suveyda kentine,  kendi Silahlı Güçlerini/Kollarını gönderiyor (Merkezi kontrolü sağlamak için). Ancak buradaki Dürziler, "Suriye Anayasa'sı yapılıncaya, devletin siyasi yapısı yasal olarak netleşinceye ve bu çerçevede, bizim haklarımız yasal olarak belirleninceye, garanti altına alınıncaya kadar, bu bölgeye merkezden Silahlı Güç istemiyoruz ve o zamana kadar biz de SİLAHLARIMIZI BIRAKMAYACAĞIZ," (mealen) dediler ve HTŞ'nin anılan güçlerini bölgeden geri gönderdiler. Yani Dürziler de, PYD/YPG  gibi ÖZERKLİK istiyorlar; arkalarında İsrail'in desteği var. Bunu bilen HTŞ de, Dürzilere "bulaşmak" istemedi ve herhangi bir zorlamaya gitmedi. Diğer taraftan,  03 Ocak 2025 günü, beş (5) İsrail savaş uçağı da, ülkenin kuzeyine gelerek, Halep'teki askeri "noktaları" vurdu. Bu saldırıya, HTŞ'den aşırı bir tepki gelmedi. HTŞ, İsrail'i karşısına almak istemiyor ama, İsrail de her türlü uluslararası hukuk kuralını "pervasızca" ihlal etmeye devam ediyor. Bütün bunlar, HTŞ'nin, Suriye genelinde, merkezi bir kontrolü sağlamada zorlanabileceği ve devamında, ülkede, Türkiye'nin çok haklı olarak istediği ÜNİTER bir ULUS devleti kurulması hedefinin, gerçekleştirilmesinin zor olduğunu gösteren erken emareler olarak kıymetlendirilmektedir. 
      
Bilindiği üzere, HTŞ'nin  "Geçici" veya bazılarına göre de "Emanetçi" Hükümeti'ne, Türkmenlerden kimse alınmadı. Ülkede, 4 milyon civarında (Bazı otoriteleri göre 5,3 milyonu buluyor) Türkmen'i temsil eden bir BAKAN yok. Diğer taraftan, açık kaynaklarda yer alan haberlere göre; HTŞ Yönetimi'nin, 4-5 Ocak 2025 tarihlerinde Şam'da yapacağı Genel Ulusal Diyalog Konferansı'na da, Türkiye'nin desteklediği muhalefet örgütü olan Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Konseyi (SMDK) üyeleri davet edilmedi. SMDK'nın, Geçici Hükümet Başkanı olan Abdurrahman Mustafa da, 11 Aralık 2024 tarihinden beri hiç konuşmadı ve adeta "suskunluğa büründü." Bunlar da,  Suriye'deki Türkmen soydaşlarımız ve Türkiye için çok "olumlu" olmayan gelişmeler olarak görünüyor.
        
HTŞ Hükümeti'nin Dışişleri ve Savunma Bakanları ile İstihbarat Başkanı, 02 Ocak 2025 günü Suudi Arabistan'a gittiler. Malumunuz, bir ülkede iktidara yeni gelenler, ilk dış ziyaretini, genel veya esas olarak, ilişkileri en iyi olan devlete yaparlar; bu noktadan hareketle,  bazı uzmanlara göre bu ziyaretin Türkiye'ye yapılması gerekirdi. Ancak yeni yönetim, Türkiye'ye "fazla angaje oldu," izlenim ve görüntüsü vermemek için, böyle bir önceliğe yönelmiş olabilir. Ayrıca, anılan ziyaret Ankara'ya yapılsa idi, bu durum Türkiye'yi, HTŞ ile, gereğinden fazla "İÇLİ-DIŞLI" oluyor görüntüsü verebilirdi. Bununla birlikte, Suudi Arabistan'ın, genel olarak Türkiye hakkında olumsuz bir görüş ve yaklaşıma sahip olduğunu söylemek mümkündür. Üstelik, 03 Ocak 2025 günü, bir ulusal gazetede,  "Suudi Arabistan'ın, 04 Haziran 2015 tarihinde, İsrail ile; Türkiye sınırında (Suriye'de) bir Kürt Devleti kurulması konusunda mutabık kaldığı" bilgisi yer aldı. Buradan, şu noktaya gelmek istiyorum; uzmanlara göre,  Suriye'nin  imarı için asgari 500 milyar dolara (Bu rakamı 800 milyar dolara kadar çıkaranlar da var) ihtiyaç var. Bu paranın temini için, mutlaka  çeşitli alternatifler üzerinde çalışılacaktır. "Dolar" ve "petrol" zengini Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin, finans yönünden Suriye'ye yardım etmeleri de, bu seçeneklerden birisi olarak düşünülebilir. Bu nedenle, Suudilerin, Riyad'a giden Golani'nin anılan bakanları ve İstihbarat Başkanı'na yaptıkları telkinlerin, Türkiye'nin pek "hayrına" olmadığı veya olmayacağı mütalâa edilebilir.
       
Esad rejiminin 08 Aralık 2024'de, HTŞ tarafından devrilmesi ve hemen "akabinde," Türkiye'den Şam'a yapılan üst düzey ziyaretler, malumunuz iç kamuoyunda belirli çevreler tarafından çok olumlu karşılanmış, dış kamuoyunda da, yine bazı ülke ve çevrelerce, Türkiye, Suriye'de "en kazançlı" çıkan veya kazanan ülkelerin başında gelen ülkelerden birisi ve hatta birincisi olarak görülmüştür. İç kamuoyunda bu rejim değişikliğine çok olumlu yaklaşanların temel "argümanları" (en azından "görünürde"),  özellikle, İmralı'daki terörist başının da "kullanılarak,"  PKK ve Suriye'deki uzantısı PYD/YPG'nın tesirsiz hale getirilmesi ve Türkiye'deki sığınmacıların geri dönüşleri için gerekli ortamın oluşturulduğu düşüncesi idi. Ancak, yukarıda sunulan hususlar hep birlikte değerlendirildiğinde, Suriye'deki durumun, halihazırda, Türkiye için çok olumlu istikamette gelişmediği söylenebilir. Elbette ki, gerek coğrafi konumumuz, gerekse 27 Kasım 2024 tarihine kadar yapılan işbirliği (?) ve koordinasyon gibi hususlar nedeniyle, HTŞ Yönetimi'nin, önümüzdeki süreçte, Türkiye'yi göz ardı etmesi  asla beklenemez (Normal "rasyonel" ve reelpolitik stratejik düşünce sistemi bunu gerektirir). Ama, yukarıdaki bilgi ve görüşler de, Suriye'de her şeyin bizi isteğimiz gibi "olmayabileceğini" gösteriyor. Bu nedenle, asla "Suriye'de her şey bizden sorulur," "Suriye'de biz bir numarayız," gibi  gerçekçilikten uzak amaçlar peşinde olunmamalı, hep söylediğimiz gibi, bu ülkeye (Suriye) yönelik dış politika ve güvenlik stratejilerimizi; konu ile ilgili  bölgesel ve küresel aktörler ile koordine içerisinde, -Orta Doğu'nun kendine özgü özelliklerini bir "milim" dahi ihmal etmeden- dengeli bir şekilde, milli güvenlik ve milli çıkarlarımızın gerekleri çerçevesi içerisinde yürütmeli, "hamaset ve hayali" hedefleri, hiçbir şekilde düşünmemeliyiz.
       
İRAN'IN TEPKİLERİ!...
        
Bölge ülkeleri arasında, Suriye olayının en fazla kaybedeninin, İran olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Son dönemde, başta Suriye olmak üzere, Orta Doğu'daki gelişmelerin, İran'a "kaybettirdikleri," aslında ayrı bir inceleme ya da yazı konusu. Ancak burada, İran'ın, Suriye'de kaybetmesi kapsamında,  Türkiye'ye yönelik iki tepkisini sizlerle paylaşmak veya sizlere hatırlatmak istiyorum. Birincisi, Esad rejiminin devrilmesini müteakip, İran'ın Dini Lideri ("Velâyeti/Veliyi Fakihi) Ali HAMANEY'in, 11 Aralık 2024 tarihli konuşmasında, isim vermeden Türkiye'ye yönelik suçlaması...HAMANEY, o konuşmasında, Suriye'deki rejim değişikliğinden bahsederken, "Suriye'nin BİR KOMŞU HÜKÜMETİ, BU KONUDA AÇIK BİR ROL OYNAMAKTADIR, OYNAMIŞTIR, OYNAMAYA DEVAM ETMEKTEDİR," diyerek, aslında isim vermese de, doğrudan Türkiye'yi suçlamış, devamla, "Esas komplocu, planlayıcı (ise)... Amerika ve Siyonist rejimdir," ifadelerini kullanmıştır. Görüldüğü üzere HAMANEY burada, hem --İran'ın, 2011'den beri,  sürekli ve güçlü bir şekilde desteklediği- Suriye'deki rejimin değişmesinde etkili olduğu gerekçesi ile Türkiye'yi eleştirmekte, hem de dolaylı olarak bu konuda Türkiye'yi ABD ve "Siyonist rejim"  olarak bahsettiği İsrail ile, tabiri caizse aynı "kefeye koymaktadır!" O HAMANEY ki, ileri yaşına rağmen, halen İran'ın en güçlü devlet ve dini adamıdır. Yani, sözleri "bir şeyler" ifade eder. Bunu bir tarafa keydetmeli ve fikri takibe almalıyız. İran'da, bizimle ve Azerbaycan'da ilgili diğer bir gelişme, 29 Aralık 2024 tarihinde, İran'ın "has be has," hatta "katıksız" derecede TÜRK şehri olan ülkenin kuzeybatısındaki ("İran Azerbaycan'ındaki") ERDEBİL'de yaşandı. İran'daki "Molla yapılanması" kapsamında, Dini Lider HAMANEY'in Erdebil Temsilciliği ve Devrim Muhafızları Ordusu (DMO), bu kentte, anılan tarihte "ÇALDIRAN ŞEHİTLERİ VE DİRENİŞ ŞEHİTLERİ ANMA ETKİNLİĞİ" adı altında (1514'de, Çaldıran Savaşı'nda Türk Ordusu'na yenilen Şah İsmail'in türbesi Erdebil'dedir) bir "etkinlik" düzenledi. Bu etkinlikte/gösteride, HAMANEY'in Erdebil Temsilcisi Molla Hasan Ameli ve halkın arasına katılan DMO mensupları, açıkça ve çok sert bir şekilde, Türkiye ve Azerbaycan devlet adamlarına yönelik olarak, "hakaretimsi" sözler sarf etmişlerdir. Daha önceki yıllarda böyle bir etkinliğin düzenlendiğine ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bu etkinliğin, Türkiye'nin Suriye'deki rejim değişikliğinde oynadığı rol ve Azerbaycan'ın, İsrail ile iyi ilişkilerini, 7 Ekim 2023'de başlayan GAZZE olayları/katliamı süresince de devam ettirmesinden kaynaklandığı değerlendirilmektedir. Etkinliğin ERDEBİL'de düzenlenmesinin nedeninin ise, İran'daki DİNİ REJİMİN;  bu ülkedeki TÜRKLERİN, Türkiye ve Azerbaycan'ın söz konusu politikalarını benimsemedikleri mesajını vermek istemeleri olarak mütalâa edilmektedir. İran basınında da, Suriye'deki rejim değişikliği kapsamında, Türkiye aleyhinde sürekli ve yoğun bir suçlama "kampanyası"  başlatıldığı belirtilmektedir. İran, ülke sınırları itibariyle, aralarında fiziki bir irtibat bulunmamasına rağmen, kendi "milli" ve "dini" emel ve hedefleri kapsamında Suriye'de bulunmayı ve etkinlik göstermeyi -çoğu zaman uluslararası hukuk, harp hukuku ve insan hakları hukukunu da çiğneyerek- kendine hak görürken, bizim "burnumuzun dibinde" olan ve başta PYD/YPG terör örgütünün yapılanma ve faaliyetleri ile, ülkemizdeki sığınmacılar kapsamında yaşanan gelişmelerin;  milli güvenlik, sosyo-ekonomik ve demografik yapımızı alabildiğine etkilediği Suriye sorunu ile Türkiye'nin ilgilenmesini veya orada etkin olmasını istemiyor!.. Onlara göre; Suriye'deki duruma müdahil olmak kendilerine HAK, Türkiye'ye ise YASAK!. Yani, "Kendisi yer talkını, ele verir talkını..." İşte İran bu... Son dönemde; özellikle Hizbullah ve Suriye üzerinden ve zaman zaman da kendi ülkesinde, İsrail'in saldırıları ile ciddi ve hatta "hayati" derecede zarar gören ve tesis ettiği "Direniş Cephesi" büyük ölçüde HASAR gören, "çöken" (Geçici de olsa (?)) İran,  "Siyonist rejime" esaslı bir şey yapamayınca, Türkiye'yi suçluyor. Bölgesel güç olma hedef ve iddiasında olan İran, Orta Doğu'da ve belki yadırgarsınız ama, Kafkasya ve Türk Cumhuriyetleri bölgesinde de Türkiye'yi kendisine rakip görüyor. İran, bize karşı tarihte de böyle yaptı, yani bize karşı hep olumsuz bir politika takip etti; hatta Osmanlı aleyhine bazı Avrupa Devletleri ile birlikte hareket etti.  Sadece Atatürk dönemi, bu konuda istisna tutulabilir. İran, şimdi de Türkiye aleyhine politikalar izliyor. Malumunuz İran, TERÖRÜ, dış politikasının bir parçası olarak kullanabiliyor. Bu kapsamda İran, "tamamen köşesine çekildi" denemez; Irak'ın kuzeyinde Talabani ailesi ile çok iyi ilişkileri bulunan,  Irak'taki Şii "Haşti Şabi" Güçleri'nin hamisi olan, zaman zaman da PKK ile işbirliği yapmaktan çekinmeyen İran, bu unsurları kullanarak, Türkiye'nin milli güvenlik ve milli menfaatlerine zarar verebileceği gibi, Suriye'yi istikrarsızlaştırma girişimlerinde bulunmaktan da çekinmez...Dikkat etmeli ve bunları da daimi olarak takip etmekten ve gerektiğinde de, gereğini yapmaktan asla sarfınazar etmemeliyiz. (04 Ocak 2025)

Nihayet ÜNLÜ
unluunihayet@gmail.com

Nihayet ÜNLÜ

unluunihayet@gmail.com
TESUD Bakırköy
04.01.2025

Web sitemizdeki yazılar, yazarlarının kişisel görüş ve düşünceleri olup TESUD ve Şubelerinin görüşlerini yansıtmaz.